Faiz ve Kurla Müsabaka Yapmak Mümkün Değil: Eğilmez'den Çarpıcı Açıklamalar!

Ekonomist Mahfi Eğilmez, Türkiye’nin son 40 yıldaki faiz ve döviz kurlarına dair farklı dönemler yaşandığını, ancak her zaman yüksek riskin var olduğunu ifade etti. "Riskleri azaltmadığımız sürece faiz ve kurlarla bir sonuç elde edemeyiz" diyen Eğilmez, ölçüm sorunlarına dikkat çekerek "Enflasyonu doğru bir şekilde ölçebiliyor muyuz?" sorusunu gündeme getirdi. Gerçeklerle yüzleşmeden kalıcı çözümler bulmanın mümkün olmadığını vurguladı.

Faiz ve Kurla Müsabaka Yapmak Mümkün Değil: Eğilmez'den Çarpıcı Açıklamalar!

Ekonomist Mahfi Eğilmez, Türkiye'nin son 30-40 yıllık ekonomik döngüsünü derinlemesine analiz etti. Eğilmez, bu süreçte değişen unsurların yalnızca faiz ve döviz kurları olduğunu, asıl sabit olanın ülkenin sürekli risk üretme kapasitesi olduğunu vurguladı.

Eğilmez, 2020 yılında yaptığı bir sosyal medya paylaşımına atıfta bulunarak, “Geçmişte yüksek faizle düşük kur dönemleri yaşandı. Daha sonra düşük faiz ve yüksek kur dönemi ortaya çıktı. Şu anda ise yüksek faiz ile yüksek kur durumundayız. Ancak riskler her zaman yüksekti. Bu riskleri ortadan kaldırmadıkça, faiz ve kurda değişiklik yaparak bir sonuca ulaşmamız mümkün değil,” şeklindeki düşüncelerini yeniden dile getirdi.

TEKRARLAYAN DÖNGÜ, DEĞİŞMEYEN TEHLİKELER

Eğilmez, 2020 yılından bu yana ekonomik döngülerde bir tür değişim görülse de, temel yapı itibarıyla aynı kaldığını ifade etti. “Yüksek faiz ve yüksek kurdan düşük faiz ve yüksek kura, ardından tekrar yüksek faiz ve düşük kura geçiş yaptık. Yani aslında her şey yine aynı; sadece döngüyü tekrar yaşamaktayız,” diyen Eğilmez, asıl problemin risk yaratmaya devam etmek olduğunu belirtti.

Kur ve faiz ilişkisini, ulusal paranın iç ve dış değerleriyle ilişkilendiren Eğilmez, durumu şu şekilde yorumladı:

“Faizi enflasyonun, döviz kurlarını ise paranın dış değer kaybının bir yansıması olarak ele alırsak, iç ve dış değer kayıplarının dengelenmesi gerektiği sonucuna varırız. Bu denge de, ülkenin siyasi, toplumsal ve ekonomik alanlarda karşılaştığı veya kendi yarattığı risklerin boyutuyla şekillenir.”

Sağlıklı bir ekonomide, risk oluşturmayan bir ortamda iç ve dış değer kayıplarının birbirine yakın olduğunu belirten Eğilmez, böyle bir durumda faizin ve dövizin “ne yüksek ne de düşük, sadece normal” olacağını dile getirdi. Ancak Türkiye'nin her zaman normal olmayan bir durumda olduğunu ve “ülkenin sürekli risk yaratan bir tablo sunduğunu” söyledi.

“VERİ GÜVENİ YOKSA ANALİZ DE MÜMKÜN DEĞİL”

Enflasyon verilerinin güvenilirliği üzerine bulunan tartışmalara da değinen Eğilmez, TÜİK ve ENAG arasındaki belirgin uzmanlık farkına dikkat çekerek, “Mayıs ayı itibarıyla ENAG, enflasyonu TÜİK’in açıkladığı rakamın iki katı olarak hesaplıyor. Gerçekten de doğru olan hangisidir?” şeklinde sorular yöneltti.

sdg5sd5g5.jpg

TÜİK'in verilerini esas alarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın faiz oranlarını düşürmesi gerektiğini belirten Eğilmez, böyle bir durumda kurun yükselmesinin ihracatçılar için avantaj sağlayabileceğini, faizlerin inmesi durumunda sanayiciler ile tüccarların maliyetlerinin de azalacağını ifade etti.

“ÖNCE DOĞRU ÖLÇMEMİZ GEREK”

Asıl meselenin, enflasyonun ne kadar doğru ölçüldüğünü sorgulamak olduğunu dile getiren Eğilmez, “Bu soruya vereceğimiz yanıt oldukça kıymetli,” dedi. Gerçekler ile yüzleşmeden çözüm öneremeyeceklerini söyleyen Eğilmez, durumu şu örnekle açıkladı:

“Boyuna göre 20 kilo fazlası olan ve doktorların kilo vermesi için diyet ve egzersiz önerdiği bir bireyi düşünün. Bu kişi sabahları tartılması ve kendine uygun diyet ve spor programını ayarlaması gereken bir durumdadır. Eğer bu kişi tartısını 10 kilo daha düşük ayarlarsa, sorun çözülmüş gibi görünebilir. Ancak gerçek asla böyle değildir; yalnızca kendini kandırmış olur.”

Eğilmez'in görüşleri şu şekilde özetleniyor:

2020 yılında sosyal medyada bir paylaşım yapmışım: “Bir dönem yüksek faiz ile düşük kur vardı. Ardından düşük faiz ve yüksek kur dönemi geldi. Şu an ise yüksek faiz ve yüksek kur söz konusu. Bu süreçte riskler hep yüksek seviyelerdeydi. Riskleri düşüremediğimiz sürece faiz ve kurda değişiklik yaparak başarılı olamayız.”

Türkiye’nin son 30-40 yılını en iyi şekilde özetleyen bir tespit yapıldığını düşünüyorum. 2020’den bu yana değişen tek şey yüksek faiz ile yüksek kurların, düşük faiz ve yüksek kurlara, oradan da tekrar yüksek faiz ve düşük kurlar konumuna geçişimizdir. Yani aslında değişen fazla bir şey söz konusu değil, aynı döngüyü yine yaşamaktayız. Zira asıl değişmeyen durum, risk oluşturmaya devam ediyor olmamızdır.

Kur ve faiz arasındaki ilişki, faizin ulusal paranın iç değerini, döviz kurlarının ise dış değerini belirlemesinden kaynaklanıyor. Enflasyonu faizin, döviz kurlarını da ulusal paranın değer kaybının bir yansıması olarak ele alırsak, iç ve dış değer kayıplarının eşitlenmesi gerektiği gerçeğini kabul etmiş oluruz. Her iki faktörü belirleyen unsur, ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda yaşadığı ya da kendisinin yarattığı risk unsurlarıdır. Eğer bir ülke büyük risklerle baş başa kalırsa, o zaman iç ve dış değer kayıpları yüksek olur. Normal şartlarda, risk oluşturmayan ve mevcut riskleri azaltmaya çalışmayan bir ekonomide, ulusal paranın iç değer kaybı (enflasyon) ve dış değer kaybı birbirine yakın seviyelerde olur. Böylelikle faiz ve kurlar da ne yüksek ne de düşük, sadece normal bir seviyede gerçekleşir.

Ancak Türkiye'de koşullar normal değil. Ülke, sürekli risk yaratan bir durumda bulunduğu için bu dengeler bozulmaktadır. Bunun yanı sıra yapılan ölçümlemeler de tartışmaya açıktır. Bu noktada dövizin ve faizin gerçekten yüksek mi yoksa düşük mü olduğunu belirlemek zorlaşır. Mayıs ayı itibarıyla ENAG, TÜİK’in açıkladığı enflasyonu iki katı oranında belirledi. Burada hangisinin doğru olduğunu sorgulamak gerekmektedir. Her iki durumu karşılaştırarak, faiz ve kuru dikkate alarak bir tablo oluşturalım:

Eğer TÜİK’in ölçtüğü (TÜFE) enflasyon hesaba katılırsa, TCMB’nin faizi düşürerek mevduat ve kredi faizlerini aşağı çekmesi gerekecektir. Faizler düştüğünde kurun da yükselebileceği düşünülmektedir. Zira yüksek faiz, sıcak parayı ülkeye çekerek kurun baskılanmasına yol açmaktadır. Bu durum ihracatçılar için avantaj yaratırken, sanayiciler ve tüccarlar da yüksek faizlerden ve maliyetlerindeki artıştan şikayet etmektedir. Ayrıca bu yöntem bir taşla iki kuş vurma fırsatı sunabilir. Öte yandan, ENAG’ın (e-TÜFE) enflasyon hesabı geçerliyse, faizlerin zaten oldukça düşük seviyelerde olduğu ve kurun daha fazla yükselmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Bu da faizin düşük tutulmadığı sürece pek mümkün görünmemektedir. Diğer yandan, döviz kurlarında hızlı bir yükselişin, GSYH’yi ve dolayısıyla kişi başına gelirin düşmesine sebep olabileceği unutulmamalıdır. Bu durum, ülkenin beklenen hedefleri gerçekleştirmesini engelleyebilir.

Şu aşamada sorulması gereken ilk soru, enflasyonu doğru bir biçimde ölçüp ölçmediğimizdir. Bu soruya vereceğimiz yanıt son derece kritik bir öneme sahiptir.

Yalnızca ekonomi açısından değil, her yönden izlenmesi gereken en temel husus gerçekleri görmek ve paylaşmaktır. Bu doğrultuda hareket etmediğimiz sürece, sorunların çözümünü bulmak çok güçleşecektir. Daha önce belirttiğim gibi, kendimizi çözülmezlik kısır döngüsünün içerisine hapsederiz. Boyuna göre 20 kilo fazla olan, sağlığı için doktorlarca diyet ve yürüyüş ile kilo vermesi önerilen bir bireyi göz önünde bulundurun. Her sabah tartılması ve uygun diyet ile spor programını ayarlaması ihtiyacı vardır. Eğer bu kişi tartıyı 10 kilo düşük ayarlarsa, sorunun çözülmüş olduğunu düşünebilir. Ancak gerçek durum böyle değildir; yalnızca kendini oyalamaktadır.