Tatile Hazırlananlar için Valizlerde Olması Gereken En İyi Kitaplar!
Doğan Hızlan, ‘Tatile Çıkarken’ (Hürriyet, 26 Haziran) yazısında, dergilerin ve kitap eki yayınlarının yaz tatili için okuma listeleri sunmadığını dile getiriyor. Yıllar önce, tatil valizine hangi kitapların konulacağına dair öneriler sunan dergiler vardı.

ÖMER FARUK
Bazı kişilerin tatilde nasıl dinlendiklerini keşfettim; çoğu “Dinlenmemin tadını çıkardım, gazete bile elime almadım.” diye özetliyor tatil deneyimlerini. Dinlenmekle okumak arasındaki bu ilginç ilişkiyi anlamakta zorluk çekiyorum. Yaşadığımız ülkenin dünyası ve bu dünya hakkında merak duymayanlara şaşırıyorum. Tatile çıkmadan önce ne okumalıyım diye düşünmekte zorlanıyorsanız, kitap önerileri sunan bir arkadaşınızdan yardım alabilirsiniz.
Kitap tavsiyesi yapalım... Geçtiğimiz günlerde, valizini hazırlayan eşim saatlerce kitap seçmekle meşguldü; kütüphanenin önünde duruyordu. ‘Benim Adım Kırmızı’ya uzanırken ona, “Bırak onu, bu romanı kış için sakla, çünkü sayfalarının üstünde kar var.” dedim. Denizin kenarında uzanırken, okunacak kitapların mevsime uygun, hafif ve iç ısıtan bir havası olmasını tercih ediyoruz. Bu noktada, eline Azra Erhat’ın ‘Mavi Anadolu’sunu verdim.
Erhat, 1978’de yazdığı ‘Mavi Anadolu’ önsözünde şöyle belirtiyor: “Mavi Yolculuk, bu kitabın ilk yazıldığı dönemlerdeki gibi değil artık. Issız koylar, şu an kalabalıkla doldu. Her dönemeçte birkaç yat veya tekne görmemek neredeyse imkânsız. Her yıl, karadan ve denizden bu bölgelere gelen turist sayısı artmaktadır. Bu artışla birlikte, bu yerlerin hakkıyla gezilmesi için kılavuzlara da ihtiyaç duyulmaktadır.” Orta sınıfın ‘Ege gezileri/Mavi Yolculuk’ denen etkinlikleri, zamanla ‘turistik bir gösteri’ alanına dönüştü, bu oldukça üzücü. Fakat, Erhat’ın eseri hâlâ Ege’nin ‘Türk öncesi’ tarihini merak edenler için ilgi çekici olmaya devam ediyor.
Meraklılara, John Freely’nin Doğan Kitap’tan çıkan ‘Türkiye’nin Batı Kıyıları’ kitabını da öneririm. Sivil rehber olarak Freely, ‘haritalarla’ destekleyerek gezginlere yol boyunca görmeleri gereken yerleri tanıtıyor: tiyatrolar, agora, antik birikimlerle dolu bölgeler. “Bu kitap, (...) kendi seyahat hikayelerini keşfedip yaşamak isteyenlerin bu yerlerin ruhunu yeniden canlandırmalarına yardımcı olmak amacıyla yazılmıştır.” Arkeolojik kalıntıları mitolojik ögelerle harmanlayarak okumak, anlamak güzel bir eylem. Her yıl yüz binlerce insan Ege kıyılarına dinlenmek için iniyor, fakat bu bölgelerin tarihi açısından neden bu kadar kayıtsız kalıyorlar? Sadece ‘gezmenin’ yüceltilmesine karşılık, gitmekte olduğumuz şehirlerin tarihini ve kültürünü öğrenmeyi tercih ediyorum. ‘Görülenler’ ve ‘fotoğrafı çekilenler’ başka bir şekilde anlamlandırılamaz mı? Yani ben diyorum ki, İtalya’da geziyorsanız, lütfen çantanızda bir Calvino, bir Eco ya da bir Dante bulunsun. Ege yollarında da Azra Erhat, Eyüboğlu, Halikarnas Balıkçısı eserleriyle karşılaşmak da hoş olur... Bu tür tartışmaların (daha çok gezen mi, yoksa daha çok okuyan mı daha bilgili?) sonunda cevabımız yavaş yavaş netleşiyor: ‘Okuyarak’ gezen!
Yaz, benim için biraz da Hilmi Yavuz demektir. ‘Defterler’ini ve ‘Şiirler’ini tekrar tekrar okumak... Ve ‘sempre eadem/hep aynı’yı değişik yerlerde, otellerde, odalarda, manzaralarda sürdürmek. Yılın belli zamanlarında okuduklarımı ‘tekrar ederek’ geçmişi yeniden yaşamak. Daha önce de belirttiğim gibi, ‘Kendi Küçük Bahçemiz’de bazı eserleri belli mevsimlerde ‘tekrar’ okuma durumunu şöyle ifade etmiştim: “Proust, sıkça okuduğum ‘Okuma Üzerine’ adlı o güzel denemesinde çocukken okunan kitaplar hakkında şöyle der: ‘...Bugün bile geçmişte okuduğumuz bu kitapları incelemek aklımıza geldiğinde, onları bir takvim olarak bir araya getiririz; artık var olmayan evlerin ve gölcüklerin sayfalarına nasıl yansıdığını görmek umuduyla.’ Üstat haklıdır; mekânın ve kitabın arasında böyle bir bağ var. Bazı kitaplar yeniden okunduğunda insanı ilk gençliğine, çocukluğuna, bazı tatile ya da belirli bir şehre götürüverir. Zamanın kaybolmasını, o günleri yeniden yaşama umuduyla tekrar okuruz o kitapları.”
Şimdi ben, Nişanyan Oteli’nin manzaraya hâkim terasında, tepelerin ardında kaybolmakta olan Şirince güneşini izlerken, Hilmi Yavuz’un eserlerini yeniden elime alıyorsam, bu, geçmiş yazların izlerini taşımaktan değil, hiçbir şeyin değişmesini istemememden kaynaklanıyor. Geride kalan tüm yazları bir araya getirip uzatmak benim için önemli. Bu süre zarfında, her yaz kendimle, ‘Defterler’ ve ‘Şiirler’ ile yalnızca hafifliğimi ve tüm çıplaklığımla buluşmuş oluyorum. Yaz, benim için oldukça geniş bir alan; içinde kaybolduğum bir mekân. Evet, bence ‘sempre eadem’in en büyülü şekli kitaplar. Yaz, Hilmi Yavuz demek de benim anlayışıma göre. Algı boşluğunun dolduğu yer, Hoca’nın denemeleri ve şiirleridir: “Doluluk, işte budur!”